30 Ekim 1938 tarihli Kurun gazetesinin, Cumhuriyet’in 15. dönüm yılında manşeti şu : “Memleket candan gelen emsalsiz bir sevinç içinde çalkalanıyor.”
Alt başlıktan “Bayramın birinci gününün açık bir havada fevkalade neşeli geçtiğini” öğreniyoruz.
Bu, Atatürk’ün, hastalığı nedeniyle katılamadığı ilk Cumhuriyet Bayramı.
Törenlerle ilgili resimlerin yer aldığı gazetede, “Atatürk’ün Orduya mesajı”nı okuyoruz : “Ankara, 29 (AA) – Büyük geçit resmi başlamadan evvel Başvekil Celal Bayar orduya hitaben, Reisicumhur Atatürk’ün atideki mesajını okumuştur : “… Bugün Cumhuriyet’in 15. yılını mütemadiyen artan büyük Türk milletinin huzurunda, kahraman ordu, sana kalbi şükranlarımı beyan ve ifade ederken, büyük ulusumuzun iftihar hislerine de tercüman oluyorum!.”
Atatürk’ün Ordu’ya son mesajı:
“Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferlerle beraber medeniyet nurlarını taşıyan kahraman Türk Ordusu! Memleketini en buhranlı ve müşkül anlarda zulümden, felaket ve musibetlerden ve düşman istilasından nasıl korumuş ve kurtarmış isen, Cumhuriyetin bugünkü feyizli devrinde de askerlik tekniğinin bütün modern silah ve vasıtaları ile mücehhez olduğun halde, vazifeni aynı bağlılıkla yapacağına şüphem yoktur.
Bugün, Cumhuriyetin 15.nci yılını mütemadiyen artan büyük bir refah ve kudret içinde idrak eden Büyük Türk Milletinin huzurunda Kahraman Ordu; sana kalbî şükranlarımı beyan ve ifade ederken, Büyük Ulusumuzun iftihar hislerine de tercüman oluyorum.
Türk vatanının ve Türklük topluluğunun şan ve şerefini ,iç ve dış her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni her an yapmaya hazır olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam bir inan ve itimadımız vardır. Büyük Ulusumuzun orduya bahşettiği en son sistem fabrikalar ve silahlarla bir kat daha kuvvetlenerek büyük bir feragati nefis ve istihkarı hayat ile her türlü vazifeyi ifaya müheyya olduğuna eminim.
Bu kanaatla Kara, Deniz, Hava ordularımızın kahraman ve tecrübeli komutanları ile subay ve eratını selâmlar ve takdirlerimi bütün Ulus muvacehesinde beyan ederim.
Cumhuriyet Bayramı’nın 15.nci yıldönümü hakkınızda kutlu olsun.”
Bu nutku Atatürk, Mareşal Fevzi Çakmak’la birlikte hazırlamış ve TBMM’nde Başbakan Bayar tarafından okunmuştu.
Aynı gün İstanbul’da hazin bir olay yaşandı. Kuleli Askeri Lisesi öğrencileri Taksim anıtına çelenk koymuş, vapurla okullarına dönüyorlardı. Birden vapurun Dolmabahçe’ye yöneldiği görüldü. Vapurdaki Kuleli adeta tek bir heykel olmuştu. Bando eşliğinde hep bir ağızdan söylenen İstiklâl Marşı, tüm Boğaz’da yankılanıyordu.
Gözlerini açtı, dirseklerinin üzerinde doğrulmaya çalıştı, gücü yetmedi, başı yastığa düştü. Evlatlarını son bir kez selâmlamak için pencereye gitmeye çabalamıştı ama yapamadı. Ardından “Gençlik Marşı” başlayınca, artık kendini tutamadı. Sicim gibi yaşlar o çelik mavisi gözlerinden süzülüyordu. Ağlıyordu.
Odadaki nöbetçi Kılıç Ali idi. Paravanın arkasından bu manzarayı içi burkularak izliyordu, dayanamadı, pencereye yaklaştı; vapurdakilere “Gidin, gidin, artık gidin…” demek istercesine elini sallamaya başladı. Vapurdakiler Atatürk’ün pencereden el salladığını zannettiler ve o anda tezahürattan ortalık yıkıldı. Öğrencilerin hepsi Atatürk’ü görebilmek için geminin bir tarafına toplanınca, gemi alabora olup batmak tehlikesi atlattı. Yer gök inliyordu. Kulelililer Atatürk’ü bir kez daha gördüklerini sanarak, son derece mutlu, umutlu, heyecanlı okullarına dönerlerken, Atatürk ise son kez de olsa çocuklarını görememenin acısıyla, güçsüz, çaresiz, öylece uzanmış yatıyordu. Göz yaşlarına söz geçiremeden.
Gece tüm İstanbul Cumhuriyet Bayramı nedeniyle ışıklandırılmıştı. Kız Kulesi’nden havai fişekler atılmış, gökyüzü renk cümbüşüne bürünmüştü. İstanbul, kulağı Dolmabahçe’de, endişeli, buruk, Cumhuriyet Bayramı’nı kutluyordu. Bütün bu zorlama şenliklere rağmen kimsenin yüzü gülmüyor, İstanbul üzerinden bir hüzün dalgası tüm ülkenin üstüne ağır ağır çöküyordu…
Atatürk dışarıdan gelen sesler üzerine rahatsız olmuş olmalı ki zile basıp, sofracı Kâmil’i çağırır. Kılıç yine paravana arkasından kendini izlemektedir. Sofracıya sorar:
“Bu patırtılar nedir?”
Zavallı Kâmil, aklınca Atatürk’ü üzmemek için bir yalan uydurur:
“Gök gürlüyor Paşam!”
Atatürk bu çocukça cevabın samimiyetini anlar ve o halinde bile zoraki gülümser.
“Haydi oradan enayi!”
Tekrar uykuya dalar. Artık sonsuza kadar gözlerini kapatmasına çok az zaman kalmıştır.
Bir müddet sonra Saray’dan ilgililere Hasan Rıza telefon etmek zorunda kalmış, havai fişek atışlarına son verilmiştir. Uykuya dalamadığı için.
1Kasım 1938:
Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisi V.dönem ,IV. Toplantı Yılını açılış konuşmasının Başbakan Celal Bayar tarafından okunması:” … Cumhurreisimiz Atatürk’ten aldığım emir üzerine bu seneye ait söylevlerini okuyorum : Memleketimizi her gün daha çok kuvvetlendirmek , her alanda her türlü ihtimallere karşı koyabilecek bir halde bulundurmak ve dünya olaylarının bütün safhalarında büyük bir uyanıklıkla izlemek, barışsever siyasetimizin dayanacağı esasların başlangıcıdır. “
Bugün de rutin olarak doktorlar toplu şekilde başındadırlar.
2 Kasım 1938: Atatürk’ün , Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Abdülhalik Renda’nın Meclis’in duygularını ileten –telgrafına cevabı:” Büyük Millet Meclisi ‘nin yeni yıl çalişmalarına başlarken hakkımda gösterdiğini bildirdiğiniz yüksek hislerden çok duygulandım. Büyük Kamutay’a teşekkür ve derin saygılarımı arzederim.”
3 Kasım 1938: Atatürk’e müdavi ve müşavir hekimler tarafından muayene ve konsültasyon yapılması.
4 Kasım 1938 : Atatürk’ün Dolmabahçe Sarayı ‘nda Ankara’dan İstanbul ‘a gelen Başbakan Celal Bayar’ı kabulü ve çeşitli konular hakkında bilgi alışı. Doktorlar tarafından ziyaret ve muayeneleri yapılır. Karında yeniden asit birikmeye başlamıştır. Şu rapor tanzim edilir:
4 Kasım 1938, Cuma, saat: 12.00
Aşağıda imzaları olan doktorlar, muayeneden sonra, yine aşağıdaki noktaları tespit Ederler:
I-Çarşamba günü öğleden sonra 37.1’e çıkan hararet derecesidünkü Perşembe akşamı 37 olmuştur.
II- Dünden beri hafif başlayan iştahsızlık bu sabah daha artmış ve sütlü çorba, püre ve enginar gibi yarımâyı ve sütlü yemeklere karşı daha bariz görülmüştür.
III- Bu sabah umumi ahvalde yorgunluk görülmüş ve kendileri bilhassa büyük takatsizlikten şikâyet etmişlerdir. Bununla beraber …yataktan aşağı inmişlerdir. Dünden beri karındaki şişkinlik ve gerginlik artmış ve dün geceyi sıkıntılı ve uykusuz geçirmişlerdir. Karın cildinde hafif ödem ve sağ tarafta daha bariz olmak üzere kollateral teressümler vardır. Kollarda enfiltrasyon mevcut olmamakla beraber, göğüs kaidesinde önde ve arkada hafif ödemler vardır. Bacakların dekliv ksımları da ve lomber ve ilye nahiyelerinde bu ödemler daha aşikârdır. Karında mobil matite ve filo hissi vardır. Dekliv matitenin hududu biraz artmıştır.
IV-Kalp sesleri muntazam, nabız muntazam biraz depresibl, adet dakika 80, tansiyon arteriyal 12-17’dir. Teneffüs cihazında kayda şayan bir şey yoktur.
V-Cümlei asabiye tarafında kayda şayan bir şey yoktur. Dil paslı ise de, kuru ve kırmızı değildir.
VI-Bir hafta zarfında idrar miktarı bir kere 220 olmuş ve diğer günler 400-550 arasında değişmiştir.
Hülasa: Asitte biraz tezayüt, adinami ile umumi zaiflamada biraz artma ve verit dahiline şırıngayı müteakip zuhur eden ve üç defa tekerür eyleyen şoka mâtuf hararet yükselmesinden sarfınazar edilecek olursa, son üç hafta zarfında, ilk defa olarak, şimdiye kadar görülegelmekte olan hararet pusesi tezahür etmiş ve iki gün zarfında bu levhayı tedricen husule getirmiştir.
İstanbul, 4 Kasım 1938
Dr. Nihat R. Belger Dr. Hayrullah Diker Prof. Dr. Süreyya H. Serter
Dr. Mehmet K. Berk Prof. Dr. Akil M. Özden Dr. Abrevaya Marmaralı
Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp.
5 Kasım 1938: Atatürk’e müdavi ve müşavir hekimler tarafından muayene ve konsültasyon yapılması.
: Atatürk’ün , kardeşi Makbule (Atadan) , Afet (İnan) ve Sabiha (Gökçen)’i birlikte kabulü
6 Kasım 1938: Atatürk’e müdavi ve müşavir hekimler tarafından muayene ve konsültasyon yapılması
Üçüncü Ponksiyon: 7 Kasım 1938
Bugün Atatürk’ün ağrıları dayanılmaz olmuştu. Karnındaki suyun çekilmesi için ısrar ediyordu. Dr. Nihat R. Belger’e;
“Doktor, karnımdan bu suyu çekmek zamanı geldi; çünki bu mayi benim nefesime dokunuyor, soluk almamı güçleştiriyor. Bunu çekip alın.” der.
Doktorlar ise bunu geciktirmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Olayın göz tanığı Hasan Rıza Soyak anlatıyor:
“Her ponksiyon, ölümü biraz daha yaklaştırıyordu. Doktorlar hiç değilse 24 saat kazanmak istediler. İlk ponksiyonu yapan Op. Dr. Mim Kemal Öke’nin Saray’da olmadığını, o saatte Gülhane Tıp Fakültesi’nde dersi olduğunu söylediler ama Atatürk ısrarını sürdürdü:
“İşte Dr. Mehmet Kâmil Bey var, zaten bunu eniyi beceren oymuş. O yapsın…” diye emretti. Çaresiz kalan doktorlar, gereken hazırlıkları yapmak için odadan çıktıktan sonra, kaşlarını çattı; hiddetli bir ses tonuyla :
‘ Niçin tereddüt ediyorlar, olacak olur.’ Sonra karnının şişkinliğini göstererek,
“ Fakat bu (insuportable)’dır, dedi.”
Hazırlık bitince Dr. Mehmet Kâmil Berk suyu çekmeye başlar. Soyak saate bakar: 12.20. Atatürk bütün suyun alınmasını istemekte, sık sık çevresindekilere ne
kadar çekildiğini sormaktadır. Sayımı yapan Prof. Dr. Nihat Reşat Belger, çekilen her yarım litreyi, bir litre imiş gibi söyler. Böylece 12 litre çekildiğini söylerler ama aslında çekilen su 6 litre olmuştur.
Ponksiyondan sonra bir miktar rahatlamış, akşam saat 20.00’den gece yarısına kadar sakin uyumuştur. Gece saat 02.00’de uyanır. Kendinde hafif bir unutkanlık hisseder ve bu durum saat 06.00’ya kadar sürer.
İkinci büyük koma: 8 Kasım 1938
Çok yorgun olmakla beraber sakindir. Doktorlar sırayla yanına gelip gereken tedaviyi yaparlar. O gün gıda olarak saat 06.00’da 6 kaşık sütlü kahve, 08.30’da beş, 11.00’de bir miktar yulaf unundan lapa (puriç), 13.00’de 6 kaşık süt, 15.10’da biraz çorba ve 17.15’te 4 kaşık elma suyu verilir. Hafif bir uykuya dalar.
Genel Sekreteri Soyak bu durumdan yararlanıp bir takım işleri için bürosuna iner ki, fenalaştığını telefonla haber verirler. (Saat 18.35). Soyak derhal yukarı fırlar. Gördüğü, Kılıç Ali yatak odasının iç içe olan iki kapısı arasında,ayakta durmaktadır. Atatürk yatağın ortasında, iki elini yanlarına dayamış, oturuyor ve mütemadiyen Allah kahretsin!” diye söylenmektedir. Ara sıra da hizmetlilerden Binnaz (Binbir) Hanımın tuttuğu tasa koyu kahverengi bir mayi (pıhtılaşmış kan) çıkarmaktadır. Binnaz’a “Binbir” adını Atatürk takmıştı. Garsonlardan Cemal Granda’ya “Çelebi”adını taktığı gibi. Savarona ve Dolmabahçe’de yattığı sürece en yakınında hizmet veren bu hizmetliler; Mehmet Mete, Rıdvan Güran, Rıza Tığlı ve Binbir Hanım gerçekten de Atatürk’e çok büyük itina ile bakmışlardır.
Aleykümmesselam
Nöbetçi doktor Abrevaya ile o sırada yetişen Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp kendisine
yine bir taraftan bazı ilaçlar enjekte etmeye, bir taraftan da buz parçaları yutturmaya
başlarlar. Yatağın sağında bulunan tuvalet masası üzerinde, O’na en yakın
arkadaşlarının başında gelen ve iki yıl önce kaybettiğinde, mezarı başında göz yaşı
döktüğü Nuri Conker’in hediyesi, dört köşe bir masa saati durmaktadır. Saate bakar;
herhalde iyi göremez ki, Hasan Rıza Soyak’a sorar:
“ Saat kaç?”
“ 07.00 efendim.”
Aynı suali birkaç kez daha tekrar eder , aynı cevabı alır. Biraz sükûnet
bulunca yatağa tekrar uzatılır. Hasan Rıza kulağına doğru eğilir:
“ Biraz rahat ettiniz değil mi efendim?”
“ Evet”, diye yanıt verir.
Arkasından Neşet Ömer İrdelp yanaşıp rica eder:
“ Dilinizi çıkarır mısınız efendim!…”
Dilini ancak yarısına kadar çıkarır. Dr. İrdelp tekrar seslenir:
“ Lütfen biraz daha uzatınız!…”
Nafile! Artık söyleneni anlamamaktadır; dilini uzatacağı yerde tamamen
içine çeker, başını biraz sağa çevirerek, Dr. İrdelp’e dikkatle bakar ve
“Aleykümesselâm” der.
Son ponksiyondan 30 saat sonra son sözü bu olur ve ardından son komaya
girer.
Son koma nisbeten sakin geçer. Arada bir sıçramalar olsa da, yatağında
adeta uyur gibidir. Saat ilerledikçe boğazından yavaş yavaş kesik hırıltılar
duyulmaya başlar. Bir durum karşısında müdahaleye hazır olması gereken herkes,
tüm dikkatleriyle her mimiğini izlemektedirler ama bu son koma hali tüm umutları
kırmış, moralleri bozmuştur.
Koma süresince yayımlanan bildiriler şöyledir:
8 Kasım 1938 Salı günü saat 20.00
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’nden:
“Bugün saat 18.30’da hastalık birdenbire normal seyrinden çıkarak
şiddetlenmiş ve sıhhî vaziyetleri yeniden ciddiyet kesbetmiştir; hararet
derecesi 36.4, nabız muntazam 100, teneffüs 22’dir.”
Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Dr Asım Arar, Temmuz sonundan Eylül
sonuna kadar Dolmabahçe’de Atatürk’ün başucu doktorlarından biri olarak görev
yapmıştır. Daha sonra bizzat Sağlık Bakanı Dr. Hulusi Alataş Dolmabahçe’ye
gelmiş, Müsteşar Ankara’ya dönmüştür.
Bakan Dr. Alataş her akşam Müsteşarı Dr. Arar’a telefonla hastalığın seyri
konusunda bilgi vermekte, o da bu bilgiyi Başbakan Bayar’a iletmektedir. Son
konuşmada Dr.Alataş üzgün ve endişeli bir ses tonuyla Atatürk’ün 6-7 saattir koma
halinde yatmakta olduğunu bildirince, Dr. Arar bu durumu derhal Bayar’a aktarmış,
Bayar Bakanlar Kurulu’nu toplamış, bu toplatıya İsmet İnönü ve Mareşal Çakmak da
katılmıştır. Burada yapılan durum değerlendirmesi sonucunda Sağlık Müsteşarı Dr.
Asım Arar ile Başbakan Celal Bayar o gün hareket edip 9 Kasım öğleye doğru
Haydarpaşa’ya gelirler. Atatürk’ün durumu iyice ciddileşmiştir. Her defasında 2
doktor başında bulunmakta, her iki saatte bir bu nöbet değişmektedir.
Dr. Arar, Başbakan Bayar’a:
“Siz akşamdan erken yatmalısınız beyefendi, çünkü yarın işimiz çok
olacak” der.
9 Kasım 1938, Çarşamba, saat: 10.00:
Bugün sabahleyin yayımlanan raporda:
“Geceyi rahatsız geçirdiler; umumi hallerindeki vaziyet ciddiyetini
muhafaza etmektedir. Hararet derecesi 36.8, nabız muntazam 128, teneffüs 28’dir. “
denilmektedir.
9 Kasım 1938, Çarşamba, saat: 20.00:
“Bugünü yorgun ve dalgın geçirdiler. Umumi ahvaldeki ciddiyet biraz
daha ilerlemiştir. Nabız muntazam, dakikada 124, teneffüs 40, hararet derecesi 37.6.
9 Kasım 1938, Çarşamba, saat: 24.00:
“ Saat 20.00’den itibaren dalgınlık artmıştır. Umumi ahval, vehamete
doğru seyretmektedir. Hararet derecesi 37.6, nabız 132, teneffüs 33’tür.
Bugün tüm Türkiye’nin kulağı Dolmabahçe’ye çevrilmiş, Büyükelçilikler
arasındaki kripto trafiği sabaha kadar sürmüştür. Esasen yabancı sefarethaneler
aylardır bu tempoda çalışmaktadırlar.
Bir tarih göçüyor…
10 Kasım 1938, Perşembe, saat 09.00:
Göz tanığı, Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak’tan dinleyelim:
“ Gözler kapalı. Göğüs mütemadiyen inip çıkmakta. Sarayda ve odada
ruhanî bir sessizlik hâkim. Yatağının sağ tarafında, hemen yanıbaşında Op. Mim
Kemal Öke ayakta duruyor. Dr. Kâmil Berk, başını Mim Kemal’in omuzuna dayamış
hıçkırıklarına hâkim olamıyor, Prof.Dr. Akil Muhtar Özden kendinden geçmiş,
odanın içinde telaşlı adımlarla durmadan dolaşıyor; hem ağlıyor, hem de
mütemadiyen: ‘Aman Yarabbi, Aman Yarabbi…’ diye söyleniyor.
“ Ben yatağın sol tarafında, ayakta duruyorum; yanımda Muhafız
Komutanı İsmail Hakkı Tekçe var. Her tarafım uyuşmuş, bütün duygularım donmuş
bir halde, o güzel, o nurlu çehreye bakıyorum…Hazin sessizlik içinde kulağıma
yalnız Dr. Mehmet Kâmil ve Prof. Akil Muhtar’ın hıçkırıkları çarpıyor.
Karyolanın ayak ucunda Dr. Süreyya Hidayet Serter ve Dr. Abravaya Marmaralı
ayak parmaklarının hassasiyetini tetkik etmekteler.
Hizmetliler bir köşeye büzüşmüş, korku içinde bekleşmekte.
“ Saat tam 9’u beş geçiyor. Birdenbire gözleri açılıyor, dikkat ediyorum:
Gök mavisi gözlerinde hâlâ bildiğimiz çelik parıltıları ışıldamaktadır. Bir an sert bir
hareketle başını sağa çeviriyor…Bana öyle geliyor ki, bu hareketiyle etrafındakilerin
şahıslarında ilâhî bir aşkla bağlandığı ve inandığı aziz milletini son defa askerce
selâmlamaktadır.
Kılıç Ali’ye eğilip:
“Kılıç bak!…Bir Tarih göçüyor…” diyorum.
“ Birkaç saniye sonra o Azametli Varlık, milletinin kalp ve idrakiyle
beşer tarihindeki ölümsüz hayatına göçmüş bulunuyordu…
“ Ben de artık hıçkırıklarımı zaptedemedim; yatağa dönüp diz çöktüm,
sağ elini ellerimin içine aldım, öptüm ve yüzüme gözüme sürdüm.
“ Bu sırada Operatör Mim Kemal gözlerini kapatıyor, Dr. Mehmet Kâmil
de Gazi Mustafa Kemal (GMK) işlemeli ipek mendiliyle çenesini bağlıyordu.
“ Yerimden kalktım, yapılacak vazifelerim vardı; göz yaşlarımı sildim